TRAC genel başkanı Aziz Şasa’ya bağlanıp bölge merkezi kurdukları Adana’yı ve iletişim sorunlarını konuşurken Prof. Dr. Talat Kırış’tan Hatay’daki son durumu öğrendik.
(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hali değildir.)
Gürhan Ertür.: Merhabalar, Dünya Dönüyor programındayız. Programın yapımcısı, sevgili arkadaşımız Naim Dilmener bugünkü programını Altın Saatler ekibine ayırdı. Kendisine minnettarız. Programı Nuray Aydınoğlu, Argun Yum, Elvan Cantekin, Muzaffer Tunçağ ve ben, Gürhan Ertür birlikte sunuyoruz. Teknik masadaki Feryal Kabil ise seslerimizi sizlere ulaştırıyor.
Bugünkü ilk konuğumuz Türkiye Radyo Amatörleri Cemiyeti Genel Başkanı Aziz Şasa. Ekibiyle birlikte bölge merkezini Adana'da kurdu. Kendisi telefon hattımızda. Aziz Bey merhaba, programımıza hoş geldiniz. Nuray Hocam, Argun Yum, Elvan Cantekin, Muzaffer Tunçağ, sizler de programa hoş geldiniz.
Aziz Şasa: Hoş bulduk Gürhan Bey, merhaba.
G.E.: Aziz Bey neredesiniz, ne yapıyorsunuz? Kısa bir bilgi verir misiniz lütfen?
A.Ş.: Biz Adana'dayız şu anda. Aslında daha doğrusu her yerdeyiz. Ekiplerimiz her yerde. Ben Adana'ya geldim. İlk gittiğim yer Hatay'dı ve oradaki durumu gördükten sonra, açıkçası olayın oradan, olay yerinden yönetilmesinin mümkün olmadığını görünce oradan geriye çekildim. Lojistik olarak burası daha uygun. Buradan ilave sistemlerimizi, dağıtımımızı, koordinasyonu yürütmekteyiz. Şu anda çok önemli bir çalışmamız da Hatay'da gerçekleşiyor. Şu anda Hatay'daki tüm koordinasyon oradaki iki tane röle üzerinden yürüyor. Kamu sistemlerindeki birtakım sıkıntılar ve oranın özel durumundan, sıkıntılarından dolayı koordinasyon haberleşmesi şu anda bizim üzerimizden yürüyor. GSM’de bir problem yok ancak telsizden anons yaptığımız zaman bunu gereken herkes duyuyor. Fakat telefonun tekil olması nedeniyle ve gelen gidenler sürekli değiştiği için numaraları kayıt altına almak mümkün olmuyor. Dolayısıyla telsiz olmadan bu işin koordinasyonu mümkün değil. Bu süreç şu anda büyük ölçüde oradan yürüyor. Mesela vaka ihbarlarının teyitlerini telefonla alıyorlar.
Gördük ki Kandilli Rasathanesi'nden aldığımız risk analizleri doğrultusunda yaptığımız bütün planlamalar tutarlıymış, bu teyit edildi. Birtakım izinler alınamadığı için bir eksiğimiz olmuştu. O izinlerin de bu olaydan sonra alınmasıyla eksiğimizi giderdik, İstanbul'dan bir sistem getirip kurduk. Şu anda sahaya büyük ölçüde, neredeyse tamamen hakimiz. Bazı yerlerde küçük eksikler var, onları da giderecek malzeme elimizde var, ulaştıracağız. Bizim buradaki işimiz biraz daha sürecek gibi görünüyor. Çünkü bu sistemlerin tamamen restore olması biraz vakit alacaktır ve saha koordinasyonunda telsizden başka çare olmadığı için, 17 Ağustos'ta da olduğu gibi bir müddet bizim sistemlerimiz Hatay'da ve muhtemelen Adıyaman'da önemli bir rol oynayacaktır.
Elvan Cantekin.: Bu noktada bir şey sormak istiyorum. Konuşmanızın başında kamu telsiz sistemlerinde sorun yaşandı dediniz. Bunu biraz açar mısınız? Bu nedir? Biz kamu haberleşmesindeki problemleri 17 Ağustos depreminde, 1999’da da duymuştuk. Hatta orada ilk haberleşmenin TRAC (Türkiye Radyo Amatörleri Cemiyeti) üzerinden olduğunu biliyorum. Şu anda yaşananla benzer mi?
A.Ş.: Kamunun kritik durumdaki altyapısı Hatay depreminde tahrip oldu. 17 Ağustos'ta yaşanana benzer bir durum. Dolayısıyla sistemin oradaki yönetimi devreden çıktı, sistem çöktü. Bu olabilecek şeylerden biri. Biz onun için zaten yedek olarak varız.
E.C.: Peki, kamuda yedek de yok mu? Bütün yedekleriyle birlikte mi çöktü?
A.Ş.: Bu teknik ve uzun zamandan beri söylediğimiz bir konu. Teknolojiye fazla güvenmemek lazım. Tek bir omurgaya fazla yüklendiğiniz zaman, omurgada bir problem olduğunda hepsi çöküyor.
G.E.: Nedir bu tek omurga?
A.Ş.: Kamu güvenliği sisteminin toplam bir altyapısı vardır. Sağlık ve diğer sistemlerin de oraya entegre olmasının yarattığı bir sıkıntı. Yerel bir sıkıntı ama olsun.
E.C.: Orada silahlı kuvvetlerin oldukça büyük bir mevcudiyeti söz konusu. Silahlı kuvvetlerin iletişim altyapısı bu konuda devreye giremedi mi?
A.Ş.: Bütün ayrıntıları takip edemedim. Bildiğim tek şey, oradaki kriz masasının merkez muhaberesinin şu anda büyük ölçüde bizim üzerimizden yürüdüğü. Bunu mesele etmemek lazım. Mesele edilmesi gereken yedeklerin ve organizasyonun bir türlü oturmaması. Silahlı kuvvetlerinin ne yaptığını, ne ettiğini bilmiyorum ama yapamıyorlarsa da bu bir organizasyon bozukluğudur. Türkiye Afet Müdahale Planı diye bir sistem var, bu sistem ciddiye alınıp gereği yerine getirilmezse, çalışma grupları işini yapmazsa olacağı budur. Biz bu çalışma gruplarından biri olan haberleşme grubunun çözüm ortağıyız. Kendi yağımızla kavruluyor, kendi planlarımızı yapıyoruz. Yapabildiğimiz ne varsa onu yapıyoruz ama bunun daha derli toplu olması gerekiyor. Çalışma gruplarının ciddiye alınması, içselleştirilmesi lazım. Şu anda ne Türkiye Afet Müdahale Planı ne de İl Risk Azaltma Planları içselleştirilmiş değil. Problem buradan başlıyor.
Ayrıca uzun zamandan beri bizim de söylediğimiz Türkiye Afet Müdahale Planı ve İl Risk Azaltma Planları’nda belli katılımlar öngörülüyor. Bu katılımlar, özellikle de kimse kusura bakmasın, özel sektör katılımı yok. Geniş bir katılım olmadığı müddetçe bu iş yürümez. Hep döner dolaşır aynı yere geliriz. 2012 yılında İSO 22301 olayını Bankalar Birliği'nin bir üyesinin yaptığı uyarıyla öğrendiğimizi hatırlıyorum. İSO 22301 Japonya'daki Tōhoku depreminden sonra, tedarik zincirinin darmadağın olması neticesinde ortaya çıkan bir iş sürekliliği yönetimidir. Biz bu standarttan o zaman haberdar olduk. O tarihte Bankalar Birliği bizi toplantıya çağırır, bir şeyler anlatırdı ama hâlâ İSO 22301’in uygulanmasında, iş sağlığı güvenliği standart uygulanmasında sorun var. Bunlar içselleştirilip, mantığını anlaşılıp, bu doğrultuda hareket edilmedikçe döner durur, aynı yerde patinaj yaparız. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Kusura bakmayın. Belki biraz sivri konuştum ama bunların söylenmesi gerekiyor.
E.C.: Bu ortamda herkesin sivri konuşmasında bence fayda var. Çünkü hakikaten ders alma aşaması geçildi. Siz özellikle afet müdahale planları konusunda çalıştınız. Mesela Hatay ilindeki afet müdahale planının herhangi bir şekilde uygulamaya konma olanağı oldu mu? Tamamının olamayacağını biliyorum da kısmi olarak bile olsa böyle bir şey gördünüz mü?
A.Ş.: Tedricen oldu. Ama Hatay'daki en büyük problem, insanların başını sokup süreci yöneteceği, böyle bir afete dayanacak kapasitede, uygun yapılı bir toplanma noktası, bir koordinasyon merkezinin olmaması. Dayanan bir tane bina varmış. Tabirimi mazur görün ama Hatay’la ilgili olarak birçok kesimden bas bas bağırılarak uyarılar yapılırken insanların gönül rahatlığıyla girip çalışabileceği uygunlukta bir binanın yapılmamış olması büyük bir eksikliktir. Ve bu eksik birçok yerde hâlâ var. Toplumun gündemine bu olaylar şu anda girdi ama umarım bu sefer 17 Ağustos'ta olduğu kadar çabuk unutulmaz. Belli yerlerde risk analizi temelinde yapılması gereken hazırlıklar var. Olayı yönetecek insanların nereye gelip rahatlıkla çalışabileceğini bilmesi gerekir. Orada gerekli teknik altyapıların kurulu olması lazım. Böyle bir olay patlak verdikten sonra siz oraya sistem kuramazsınız. Buna haliniz de mecaliniz de yoktur. Teçhizat bile getirme şansınız olmaz. Çalışacak insanları, destekçileri, destek ekiplerini belki bir şekilde getirirseniz ama orada fiziki olarak belli niteliklere sahip bir kriz merkezinin olması lazım. Hatay'da bu yoktu. Birçok sıkıntı bundan dolayı çekildi.
G.E.: Bir de şu anda en çok konuşulmakta olan konu GSM operatörlerinin sistemlerinin devre dışı kalması. Siz senelerdir bu konuyu hem bizim yayınlarımızda hem de çeşitli toplantılarda dile getiriyorsunuz. Bu konuya da bir açıklık getirebilir misiniz lütfen?
A.Ş.: GSM sistemlerinin böyle bir durumda, özellikle de ilk sıcak saatlerde çok büyük bir şansı yok. Çünkü böyle bir olayda herkes gafil avlanıyor. Mesela bu 500 senedir olmayan bir depremdi ve iki kez oldu. Bu olasılık insanlara çok uzak geliyor. Gafil avlanma aşamasında GSM’in olmaması gayet normal. Ondan sonraki aşamada birtakım çalışmaların hızlı yürümesiyle birtakım eksiklikler giderilecektir. Ama GSM'in olmamasına karşı alınması gereken tedbirler var. Bu zaten Haberleşme Çalışma Grubu’nun görevi. Bunlar yerine getirildiği zaman belli bir örgütlenmeyle, mesela mahalle örgütlenmeleriyle sorunlar çözülür. Bu İstanbul'da muhakkak üzerinde durulması gereken konulardan biridir. Mahalle yani insan örgütlenmesi ve organizasyonuyla bu iş çözülecektir.
GSM çözümlerden bir tanesi. GSM gelene kadar bu insanların acil ihtiyaçlarını bildirmesinin yolu, yordamı var. Bunların uygulanması lazım. Yani GSM'de sıkıntı yaşanacağını bile bile GSM'ye bel bağlamak yanlış bir yaklaşım.
E.C.: GSM operatörleri, basına açıkladıkları kadarıyla, orada çok ciddi çalışmalar yapıyorlar ama sorun hâlâ çözülmüş değil. Bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Belli bir süre tamam çalışmasın ama ondan sonra artık altıncı, yedinci güne gelmişken düzelmemesi anlaşılır bir durum değil. Dedikleri kadarıyla GSM konusunda çalışan üç ana şirket hizmete yeniden başlamak için çok ciddi altyapı çabası içinde ama hâlâ olmuyor.
A.Ş.: Kusura bakmayın. Araya girebilir miyim? Burada tavşan kaçıyor, tazı tutmaya çalışıyor. Siz sistemi oraya kurdukça, kapasiteyi oraya getirdikçe talep de otomatik olarak geliyor. Yani olayı peşinden kovalama sendromu var. Bu gayet de doğal. Şu anda oraya öyle müthiş bir insan akımı var ki yani oradan, dışarıdan, içeriden olsun, fark etmiyor. Yani siz GSM’i orayı kurdukça o zaten yetmeyecektir. Anlatabiliyor muyum? Buna bel bağlayarak çalışma yapılmaması lazım. Bu konuda GSM şirketlerini hırpalamamak lazım diye düşünüyorum. Bunun olması doğal ve bu kadar geniş bir alanda bu sorun yaşandığına göre oturup buna göre düşünmek ve haberleşme çalışma grubu mekanizmasını doğru düzgün çalıştırmak gerekiyor.
E.C.: T24'te internet konusunda çalışıp daha sonra gazeteci olan Füsün Sarp Nebil’in bir yazısı var. O yazıdaki ilginç bir nokta, şebekenin tek bir altyapı üzerinden gittiği, o tek altyapı çöktüğü zaman, sizin biraz önce kamu telsiz sisteminde bahsettiğiniz gibi GSM sisteminde de aynı sorunlar yaşandığı, bunun arttırılması için geçmişte bazı firmalara lisans verildiği fakat bu lisansları alan firmaların da bu işi yapmak konusunda birtakım zorluklarla karşılaştığı yazıyor. Sizin bilginiz var mı bu konuda ve hakikaten başka bir altyapı kurulabilir miydi? Bu altyapı kurulsaydı bu sorunlar daha aza indirgenebilir miydi?
A.Ş.: Makaleyi okumadığım için bir şey diyemem. Ama GSM'in halkın kullanacağı bir altyapı olarak alternatifi ne olabilir? Açıkçası bunu ben bilemiyorum. Bildiğim kadarıyla GSM zaten toplumun kullanacağı mobil haberleşmedeki şu andaki esas seçenek. Ama olağanüstü hallere yönelik çok sağlıklı bir planlama ya da nokta atışı yapmak mümkün değil. Bakın ben bu olaydan sonra Doğan Kalafat Hocayla konuştum. Aradım, hatırını sordum. Bana söylediği “Biz böyle bir şey olacağını hiç hayal edemezdik. Bir deprem tamam, bunu çok konuşuyorduk zaten ve risk analizlerine göre çalışma yapıyorduk ama bunun ikincisinin olacağını hiç kimse kestiremezdi. Bu inanılır gibi değil,” dedi. Bu kadar bilinmezi olan bir durumda net bir nokta atışı yapmak mümkün değil.
G.E.: Şu an itibarıyla anladığım kadarıyla siz AFAD'ın Hatay ve civarındaki bütün haberleşmesini sağlıyorsunuz. Bu haberleşme hangi noktalarla yapılıyor? Ankara bağlantısı da dahil mi?
A.Ş.: Hayır hayır, o yerel. Bütün olay yerelde zaten. Bütün işin yüzde 90’ı 95’i yereldi. Ankara'yla irtibatı GSM'den sağlıyorlar. Orada bir sıkıntı yok. Saha koordinasyonu noktasında iş bize düşüyor. Saha koordinasyonunun telsizden başka bir şekilde yapılması çok olası değil.
G.E.: Özellikle insanların, toplumun haberleşmesi açısından son derece önemli bir bilgi verdiniz. Bu bilgiden hareketle özellikle cep telefonu kullanıcılarına önerileriniz ne olur? İllaki telefonla haberleşmek yerine acaba yazılı haberleşmeyi mi tercih etmeliler? Bu konuda söyleyebilecekleriniz var mı?
A.Ş.: Tabii ki, birincisi bant genişliği anlamında onlar daha az kaynak tüketiyor. İkincisi de bilgi yazılı olarak gidiyor. Sözlü verdiğiniz bilginin birisi tarafından kalemle yazılması ve aktarılması lazım. Halbuki bilgi WhatsApp veya benzeri bir uygulamadan gittiği zaman bilgi insanların önüne yazılı olarak düşüyor ve bu işi çok kolaylaştırıyor.
E.C.: Aziz Bey siz TRAC olarak başka hangi illerdesiniz?
A.Ş.: Bütün bölgedeyiz. Bu arada benim Hatay’la ilgili olarak özellikle vurgulamak istediğim bir konu var. Şu anda, Hatay'da sahada çalışan insanların ileride çok ciddi bir post-travma sendromu yaşayacağını düşünüyorum. Hatay'daki manzara tam bir cehennem manzarası. Dolayısıyla orada, sahada çalışan insanların çok ciddi problemleri olacaktır. Bu insanlarla ilgilenilmesi gerekecek. Bu hepimizin, toplumumuzun vazifesi. Bunu özellikle vurgulamak isterim.
G.E.: Talat Kırış Hoca da aramızda, kendisi tıp doktoru ve bir ekiple birlikte Hatay ve ilçelerinde incelemeler yapıyor. Talat Hocam hoş geldiniz programa. Merhabalar.
Talat Kırış.: Hoş bulduk, merhaba. Dün Adana üzerinden geldik. Adana'dan buraya yol fena değildi. Aşağı yukarı 2 saat 45 dakikada gelebildik. Dönüş yolu kötüydü. Yoldayken İskenderun Limanı'ndaki yangının hâlâ tüttüğünü gördük. Alev görmedim ama duman çıkıyordu. Burası çok kötü, gerçekten büyük bir felaket. Burada Sevgi Parkı denilen bir yere geldik. Gelirken yollar kapalıydı, inip yürüdük. Bizim geldiğimiz araba birkaç saat sonra buraya ulaşabildi. O yollarda birçok bina yıkılmış, tuzla buz olmuşlar. Yollar kapanmış. Ezilmiş onlarca araba gördüm. Sokaklarda cesetler vardı ve insanlar cesetlerini gömememekten şikâyet ediyorlardı.
Bizim bulunduğumuz ekipte CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu var, onu tanıyanlar gelip ellerine sarılıp “Cesetlerimizi gömmek istiyoruz, ne olur bize yardım edin,” dediler. Canan Hanım biliyorsunuz adli tıp uzmanı, bir girişimde bulunduk. Daha önce Düzce Depremi’nde bir adli tabip ve iki doktorun imzasıyla defin ruhsatı verilmiş. Sağlık Müdürlüğü’ne bir dilekçe verdik. Hiç olmazsa kimlik tespiti yapılanlara defin ruhsatı verilebilir mi diye ama maalesef olmadı. Cenazeler bir mekâna götürülüp, orada savcı tarafından görülünce defin ruhsatı veriliyormuş ama tabii ki nakil çok zor. Yolların büyük bir bölümü kapalı.
Biz Armutlu’dayız. Bizimle Adana Belediyesi'nden gelen bir ambulans vardı. Dün Harbiye'de bir bacağı kırık birinin olduğu ve hastaneye ulaştırılamadığı söylendi. Ambulansla oraya gittim. Bir değil, birkaç yaralı vardı. Kalçası kırık bir kadıncağız dört gündür açık pazar yerinde, o halde duruyormuş. Onu ve birkaç yaralıyı daha aldık. Fakat bizim orada çalışan üniversite hastanesine gitmemiz yaklaşık iki buçuk saat sürdü. Çünkü ana yolda büyük bir trafik vardı. Yanımızda yolları bilen Hataylı bir arkadaş vardı, sayesinde ara yollara saptık. Yollar kesilmiş, kapanmış, binalar yola çökmüş. Burası ağır bir bombardıman altında kalan bir şehir gibi. Sağlam gözüken binaları da insanlar terk etmişti. Tam bir hayalet şehir, kimse yaşamıyor. Karanlık bölgelerde evlerin yağmalanmasını önlemek için jandarma geziyor. Dediğiniz gibi burada çalışanlar çok yıpranmış, sokaklarda cesetler var. Enkazlardan kokular gelmeye başlamış. Çöpleri toplamak büyük sorun. Önümüzdeki günlerde bir salgın hastalık olmasından endişe ediyorum.
G.E.: Birçok doktor bunu vurguluyor hocam. Sizin grubunuz nasıl bir grup? Esas itibarıyla sağlık uzmanlarından mı oluşuyor?
T.K.: Evet, doktor ve eczacılardan oluşuyor. Epey bir ilaç ve malzeme getirdik. Fakat burada gönüllüler de varmış. Halk, 28. saatte ilk olarak Türkiye Komünist Partisi’nin geldiğini söyledi. Çok organize ve örgütlü çalışıyorlardı. Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) bir eczanesi var. Hemen yanımızda İstanbul Tabip Odası büyük bir veri hazırlıyor. Benim gördüğüm burada ağırlıklı olarak gönüllüler var.
G.E.: Hocam, hemen devlet hastanesini sormak istiyorum. Oraya ilişkin bazı bilgilerimiz var. Ziyaret edebildiniz mi devlet hastanesini?
T.K.: Devlet hastanesinin tamamen çöktüğü söylendi. Çünkü o yaralıyı üniversite hastanesine götürürken trafik korkunçtu. Devlet hastanesi yakındı, oraya gidelim diye bir teşebbüsümüz oldu. Fakat orası çöktü, çalışmıyor dediler. Bunun üzerine oraya bir iki kilometre kala geri döndük, durumunu görmedim. Ama tamamen çöktüğü söylendi.
E.C.: Anladığım kadarıyla eski devlet hastanesi çökmüş. Dün akşam televizyonlarda yeni devlet hastanesinde ağır, yapısal olmayan hasar olduğu için kullanılamaz hale gelmiş diye bir bilgi vardı.
G.E.: Evet, orada önceki gün ameliyatları durdurdular ve çok büyük ihtimalle orayı da boşaltacaklar. Bir sahra hastanesinin kurulacağından bahsediliyor. Biliyorsunuz aynı zamanda limanda da 400 yataklı bir gemi söz konusu ama bir kargaşa var. Yani tam anlaşılmayan durumlar var. Sağlık Bakanı'nın ziyaretinden sonra ameliyatlar durdurulmuş ve orayı boşaltmaya hazırlanıyorlar gibi bir bilgi söz konusu.
T.K.: Açıkçası onu bilmiyorum ama ben Hatay’da çalışan beyin cerrahı arkadaşlarla konuştum. Üniversite hastanesinde ameliyat yapıyorlarmış ama yaptıkları ameliyatlar daha çok kafa ya da omurga travması geçirmiş hastalaraymış. Onlar da azalmış anladığım kadarıyla. Çünkü şehir gerçekten terk edilmiş. Elektif cerrahi dediğimiz, beyin tümörü gibi konularda onlara yardımcı olabilir miyim acaba diye sormuştum. Ama onlar yapılamıyormuş, yalnızca depremde yaralananlara dönük bir tıbbi hizmet söz konusu.
G.E.: Aziz Şasa aramızdan ayrılmak zorunda. Aziz Bey son olarak söylemek istediğiniz, uyarmak istediğiniz, özellikle de sizin oluşturmuş olduğunuz üsse destek açısından bir talebiniz var mı? Bunları bir toparlayalım ondan sonra sizi serbest bırakalım. Buyurun.
A.Ş.: Şu anda Hatay'a bir takviye yapmamız gerekiyor. Sonra muhtemelen pazartesi gibi biz de buradaki işimizi tamamlamış veya gerekli platformu hazırlamış olacağız. Geleceğe yönelik olarak katılım ve planlama noktasında söyleyeceklerim var. Onları daha sonra paylaşırız. Ama bir silkinmemiz lazım.
G.E.: Türkiye Afet Müdahale Planı olduğunu belirtmekte fayda var. Son derece detaylı fakat yazılarda kalan bir plandan bahsediyoruz. Siz özel sektörden bahsettiniz ama o planın içinde yer almayan, akreditasyona tabi tutulmayan Türkiye'nin son derece önemli ve seçkin kuruluşlarının olduğunu da biliyoruz. Türk Tabipleri Birliği gibi, İnşaat Mühendisleri Odası gibi, TMMOB gibi. Bunu da bir ayrı programda başlı başına ele almamız gerekecek. Bu planın son derece daraltılmış bir akreditasyon sistemiyle çalıştığını da burada kayda geçmekte fayda var diye düşünüyorum Aziz Bey.
A.Ş.: Evet, akreditasyon başlığının başlı başına ele alınması gerektiği konusunda hemfikiriz.
G.E.: Biliyorsunuz, Düzce depreminden sonra çıkan bir raporu Sayın Kılıçdaroğlu kamuoyuna açıkladı. Bütün göçüklere, hasarlı binalara öğretmenleri ve din insanlarını sevk ettik deniyor. Böyle bir şey olmaz, inşaat mühendislerinin sorumluluğunda olması gereken bir işi başkalarıyla halletmeye çalışıyoruz diye bir yakınma var. Aralık 2022 tarihli, iki ayı bile doldurmamış bir rapordan bahsediyoruz. Aziz Bey çok teşekkürler, size kolaylıklar diliyoruz, iyi günler.
A.Ş.: İyi günler efendim, iyi yayınlar. Herkese geçmiş olsun. İnşallah bir daha yaşamayız, yaşamamamız için elimizden geleni yapmalıyız.
G.E.: Talat Hocam, ben hemen 1999 depreminde Türkiye'de miydiniz ve bölge desteğinde bulundunuz mu diye sormak istiyorum. Eğer öyleyse bir karşılaştırma yapma imkânımız olabilir mi?
T.K.: Evet, Türkiye'deydim. İstanbul Tıp Fakültesi Beyin Cerrahisi Kliniği’nin baş asistanıydım. Genç bir uzmandım o zaman ve depremde aktif olarak çalıştım. Hatta sonrasında İstanbul Tıp Fakültesi bünyesinde kurulan ve bayağı uzun bir süre devam eden Deprem Komitesi'nde de görevdeydim. Şimdi bunun benzerini Hatay’da da görüyorum; ’99 depreminde sivil toplum çok aktifti. Bir şekilde sivil toplum kendi içinde koordine olmuştu. Sivil toplum yıllar içinde Türkiye'de bayağı darbe yedi ve başından beri yardımlar gibi konularda işin içine yer alması istenmiyor gibi bir izlenimim var. Gene de sivil toplum burada. Burada çok farklı örgütleri görüyorum: Belediyeler, ülkü ocakları gibi. Dün ülkü ocaklarının kamyonu ile TİP yan yana, beraber çalışıyorlardı.
Kamu otoritesini burada hiç göremiyorum, belki AFAD vardır ama benim birkaç göçük dışında hiç gözüme çarpmadı. Bunun dışında ’99 depremiyle ilgili olarak depremin ertesi günü birkaç ameliyat yaptığımızı söyleyebilirim. Sonra fakülte biz genç uzmanları, kalp damar, çocuk cerrahisi, genel cerrahisi ve beyin cerrahisi uzmanlarını Avcılar'a göndermişti. Dört saatte Avcılar'a gitmiştik ve orada bize, “Siz niye geldiniz” demişlerdi, çünkü biz arama kurtarmacı değildik. Sonuçta hastanede bekleyip gelen yaralılara yardım etmemiz gerekiyordu. Yine dört saatte geri dönmüştük.
Benim bundan ve sonraki deprem komisyonlarından çıkardığım bazı sonuçlar vardı. O zaman bir rapor olarak paylaşmıştım ama bir işe yaramadı. İzin verirseniz nasıl bir plan yapmamamız gerektiğinden bahsedeyim. A planı, tıpkı şimdi yaşadığımız gibi her yerin çöktüğü, hastanelerin kullanılmaz hâle geldiği, birçok hekim ve sağlık personelinin kaybının da olduğu bir durum. O zaman İstanbul’un Anadolu ve Avrupa yakasındaki açık alanlara ikişer tane sahra hastanesi gömmeyi önermiştim. O zaman araştırmıştık ve bir gün içinde kurulabilen sahra hastaneleri olduğunu görmüştük. Bu hastaneleri konteynırler içinde, helikopter pistinin yanına yapmayı konuşmuştuk. Çünkü buradaki gibi yolların ne olacağını bilemezsiniz ve o sahra hastanelerini kuracak personelinin de depremde zarar göreceğini düşünerek, yedekli olarak ve yıllar içinde güncelleyerek yapmak gerekiyordu. Türkiye'de bütün bunlar yapılabilirdi ama bu planı kimse ciddiye almadı. Bununla epeyce uğraştım, halbuki çok basit bir şeydi.
B planı, İstanbul'daki triyaj yapılabilecek hastaneleri saptamaktı. Diyelim ki on tane ya da yirmi tane hastane saptayıp, bunları mühendislerin depreme dayanıklı mı, değilse güçlendirilebilir gibi değerlendirmesi. A Hastanesi güçlendirilemiyorsa, onu kenara koyalım ve bir sonraki hastaneye geçelim. Yanında açık alan var mı, tek katlı yerler yapabilir miyiz? Pilot hastaneler belirleyip deprem anında hemen bunları harekete geçireceğiz, o yüzden bunları yıkılmayacak şekilde güçlendirmek gerekiyordu. O zaman böyle plan hazırlamıştım ama maalesef hayata geçmedi. Halbuki bunlar basitçe yapılabilecek şeylerdi.
G.E.: Koskocaman şehir hastaneleri inşa ettik ama maalesef bir sahra hastanesi kurmamız mümkün olmadı. Ki devletin bu konuda bazı planları olduğunu da biliyoruz. En azından İstanbul'da iki tane yapılacağını biliyorduk. Sonra ne oldu? Şu an itibarıyla gerçekten bilmiyorum. Atatürk Havalimanı'nı bile bir hastane kuruluşuyla devam ettirdik ama bu tür konularda maalesef son derece geride kalmış vaziyetteyiz. Bir de siz dünkü telefon konuşmamızda belirtmiştiniz. Bu cenazelerin çok ciddi bir problem olduğunu ve cenazelerle uğraşmaktan ayakta kalan insanlara destek vermenin bile zorlaştığını, Milletvekili Cihangir İslam’ın da bu konuda girişimde bulunduğunu söylemiştiniz. Bunlardan da kısaca bahsedebilir misiniz lütfen?
T.K.: Evet, o da bizim ekibimizdeydi ve Adalet Bakanı'na ulaşabildi. Adalet Bakanı, olur, yapalım, edelim demiş ama bir netice çıkmadı. “Sağlık Müdürlüğü’ne bir dilekçe verin,” dedi. Hepimiz diploma numaralarımızı yazarak verdik ama sonuç çıkmadı. Çünkü biz arabadan inip, bulunduğumuz yere gelene kadar, çok sayıda insan yolda gelip “Cenazemizi götüremiyoruz,” dedi. Ayrıca sokaklarda battaniyeye sarılmış en az 15-20 ceset gördüm. “Ne yapacağımızı bilemiyoruz, gömemiyoruz, defin ruhsatı alamıyoruz,” dediler. Kokuyor. Bu gerçekten korkunç bir sorun ve o cenazeleri nakletmek de kolay değil; benzin yok, araba yok. Gerçi dün hastaneye giderken birkaç cenaze aracı gördüm. Bir gayret var, mesela Kocaeli Belediyesi'nden cenaze aracı gelmiş. Bir iki tane daha gördüm ama bu büyük sorun bilmiyorum nasıl çözülecek.
G.E.: ‘99’da tecrübelerimizin çok az olduğu bir dönemde bile bu konu çözülmüştü ve bugün maalesef çözülemiyor. Bu da son derece garip.
E.C.: Birçok sorunun kaynağı savcı yetersizliği mi, yoksa işlemlerin gereksiz uzaması mı? Şimdi engelleyen veya yavaşlatan ne?
T.K.: Anladığım kadarıyla bütün cesetlerin bir noktaya götürülmesi ve orada defin ruhsatı verilmesi söz konusuymuş. Yanlış bir şey söylüyorsam özür dilerim ama dünkü konuşmalardan bu sonucu çıkarttım. Çünkü birkaç saat bu işle uğraştık. O noktaya bütün cesetlerin götürülmesi bir problem. Az önce anlattığım gibi kadın kalça kırığıyla dört gündür bir pazar yerinde duruyormuş. Ve bana bunun haberini İstanbul'dan bir doktor arkadaşımız, Nesrin Erçel arayıp haber verdi. Biz İstanbul'dan Harbiye'deki kalça kırığının haberini alıp gittik. Yani bir nakil sorunu var. Bir mobil ekip oluşturulup savcı, adli tıpçı vesaire, onlar dolaşsa daha iyi olur. Çünkü kimliği belirli cenazeler de var. Kendi annesini, babasını, akrabasını evden çıkartabilen insanlara en azından bir şey yapılabilir. Tek bir yere cenazelerin gelmesini beklemek yerine defin ruhsatı verecek bir veya iki mobil ekip oluşturulabilir. Hatta bir kısmı “Biz alıp, köye gömeceğiz,” dedi. Canan Hanım da “O daha büyük sorun yaratır,” dedi. Hukuki işler, nüfus işleri var. Kendi kendinize gömdüğünüz zaman sonradan çok daha büyük sorun olur tabi. Defni ruhsatsız yaptığınızda, cinayete kadar gidebilecek soruşturmalara neden olabilir. Onun için ölülerin mutlaka defin ruhsatıyla gömülmesi lazım.
E.C.: Talat hocam biraz önce sanitasyon, hijyen konusundaki endişelerinizden bahsettiniz. İzlediğimiz kadarıyla en büyük problemin tuvaletlerle ve çöplerle bağlantılı olduğunu biliyoruz. Bu tehlikenin ortadan kalkması, daha doğrusu riskin ortadan kalkması için tuvalet sağlanması, çöplerin toplanması, hijyen malzemesinin tedariki gerekiyor ama bir aşılama kampanyası ve halk sağlığını koruyacak başka uygulamalar da gerekiyor mu?
T.K.: Gördüğüm kadarıyla sahada gönüllüler bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ama Sağlık Bakanlığı'nın organize ettiği bir şey yok. Tabii bir yandan belediye de burada depremzede vaziyetinde. Çünkü belediyeden insanlarla da konuştuk. Dolayısıyla onlar da çöpleri toplamak gibi konularda yetersiz kalıyorlar. Sahadaki çöpleri insanlar topluyor ama yol boyunca o kadar çok çöp var ki. Söylediğiniz gibi tuvalet büyük sorun ve insanlar tuvaletlerini buldukları yere yapıyorlar. Buralarda ne olacak bilmiyorum.
Aşı meselesinin organize edilebileceği bir durum yok şu anda. Öyle bir vaziyet görmüyorum. Bir de dediğim gibi buradaki halk gitmiş. Dün bize yerli bir arkadaş mihmandarlık etti. Kendisi de burada yaşayan birisi ve köye geçmiş, köyde kalıyormuş. Köyler sağlam dedi. Mersin'e ve Adana’ya buradan çok insan gitmiş. Gece yürüdüğünüz zaman ışık olmayan, tamamen terk edilmiş bir şehir burası. Bir tane ışık yok, kimse giremiyor. Bunun sonrasını da düşünüyorum. Bu şehir bir daha ayağa nasıl kalkacak? Çok büyük bir felaket.
G.E.: Uzak köyler açısından bu bilgi doğru ama yakın köylerde ciddi hasar olduğunu biliyoruz hocam. Tabii Mersin’in uzak bir bölge olduğu için daha güvenli olduğunu biliyoruz.
T.K.: Bu bahsettiğim arkadaş herhalde dağlık tarafta, Hatay'a çok uzak olmayan bir köyde oturuyormuş ama muhtemelen arazi yapısından ötürü de böyle olmuş olabilir.
G.E.: Bu arada ayın dokuzunda yani perşembe günü İstanbul Tabip Odası bir açıklama yaptı ve bugüne kadar Sağlık Bakanlığı’na dört yazı yazıldığını, bakanlıktan hâlâ dönüş olmadığını belirtti. Gönüllü hekimlerimizle iş birliğine ve desteğe hazırız, ivedilikle yanıt bekliyoruz dediler. Son derece garip bir durum var ortada. Daha önce Aziz Bey'in bulunduğu sırada ifade etmiştim. Türkiye Afet Müdahale Planı içinde birçok çalışma grubu var ve bu çalışma gruplarında akreditasyona tabi tutulan kuruluşlar var ama Türkiye'nin en önemli ve bu tür afetlerde hemen devreye girebilecek durumda olan mühendisler odası olsun, TMMOB'a bağlı diğer odalar olsun, Türk Tabipleri Birliği başta olmak üzere hiçbir kuruluşa yer verilmemesi, akreditasyon tanınmaması çok büyük bir problem olarak önümüzde duruyor. Orada bile bir ayrımcı politika ve siyaset söz konusu. Dün Hatay'dan konuştuğumuz bir arkadaşın anlattıkları da son derece şaşırtıcı; diyor ki “Bir polis destek olmak için elinden geleni yapıyor, diğer polis ise onu önlemeye çalışıyor.” Böyle akıl almaz, anlaşılmaz bir durumla karşı karşıyayız. Hocam siz orada ne kadar kalmayı planlıyorsunuz?
T.K.: Bir birkaç gün daha kalıp dönerim diye düşünüyorum. Çünkü gördüğüm kadarıyla burada yapabileceğim çok fazla bir şey yok. Hastaneye başvurdum, tümörler gibi çok hassas cerrahileri yapan bir insanım. Bu konuda yardımcı olabilirsem, ne kadar isterseniz kalayım dedim ama zaten o ameliyatlar şu anda pratik olarak burada yapılmıyor. Travmayla ilgili olarak farklı illerden buraya doktorlar görevlendirilmiş. Sağlık Bakanlığı’nın kendi içinde bir görevlendirme yaptı, onu biliyorum. Gönüllüler istendi, hastaneler bildirdi. Onlar ulaşması gereken yerlere ulaştı ama dediğiniz gibi Türk Tabipleri Birliği'yle, odalarla bir iş birliği ve eş güdüm kurmak istemiyorlar. Böyle bir tavırları var. Ama hastaneye de yeterince doktor gelmiş, dolayısıyla çok fazla bir şey yapamıyorum.
Şimdi yanımızda yeşil bir alan var. İstanbul Tabip Odası bir veri oluşturuyor, getirdiğimiz ilaçları ve malzemeyi onlara vereceğiz. Çocuklar için bir şeyler getirmiştim, onları dağıttım. Üniversite hastanesinden bir arkadaş geldi. Üniversite hastanesindeki personelin açıkta kalan çocukları için verdik. Elimizde hâlâ epeyce var. Yapabileceğim çok fazla bir şey varmış gibi durmuyor. Buradaki her insan, lüzumsuz insan çünkü boşu boşuna gıda tüketmekten tutun, tuvalete kadar yük oluyor. İş yapmayan insanların burada olmaması daha doğru diye düşünüyorum.
G.E.: Hocam bize zaman ayırdığınız için size çok teşekkür ederiz. İstediğiniz zaman, aktarmak istedikleriniz olduğunda siz ve içinde bulunduğunuz ekip için, biz hazırız. Her zaman bize ulaşabilirsiniz. Size kolaylıklar diliyoruz.
T.K.: Ben teşekkür ederim. Açık Radyo her zaman deprem konusunda çok hassas. Yıllardır birçok program yaptı, biliyorum.
G.E.: Muzaffer'in bir sorusu var hocam.
M.T.: Acaba bu AFAD merkezi bir yerde toplanmıyor mu? Onlarla iletişime geçilemiyor mu? Bir merkezleri yok mu?
T.K.: Buradaki çöken binalardan biri AFAD merkeziymiş. Nasıl isimlendireceğimi bilmiyorum ama AFAD merkezi nasıl çöker? Ama çökmüş. Dolayısıyla şu anda nerede hizmet veriyorlar, ne yapıyorlar bilmiyorum. Birkaç göçüğün üstünde gördüm. Farklı gruplar da var, mesela bugün Korelileri gördüm, biraz önce Amerikalı bir grup geldi. Bir doktor grubu birçok malzemeyle gelip nasıl yardımcı olabiliriz diye araştırma içine girmişlerdi. Onlar Samandağ'ına gittiler. Ama bu nasıl bir koordinasyon oluyor? Koordinasyonu kim yapıyor? Ben dünden beri ortalıkta bir kamu otoritesi görmedim.
M.T.: Ben de biraz önce Birleşmiş Milletler sayfasından okudum; Belçika'dan da sahra hastanesi kurmak için geliyorlarmış. Anladığım kadarıyla şu ana kadar sağlık alanında koordinasyonunu sağlayacak bir yapıdan haberdar değilsiniz.
T.K.: Değilim maalesef. Az evvel de dediğim gibi, ambulansla sireni açık şekilde, hemen hemen yirmi kilometrelik bir yolu yaklaşık iki buçuk, üç saatte gittik. Yaralıların hastaneye ulaşması zor, hastanede de tanıdık bi doktor vardı. Hastayı ona teslim edebildim. Yoksa orada da iki üç saat beklenebilirdi çünkü acil o kadar karışıktı ki yaralıyı teslim etmek de zordu. Birkaç sahra hastanesi kurulsa, en azından şu anda göçükten çıkmış, orada burada bekleyen yaralıları tedavi edebilir. Dün bizim gittiğimiz pazar yeri öyleydi. Mesela bir adam geldi. Benim diyabetim var dedi ama yanımızda şeker öldürecek bir şey yoktu. Bir başkasının ayağı kesilmiş. Biz ambulansa ancak üç kişi alabildik. En azından o insanlar belki tedavi edilebilir, triyajları yapılabilir.
Bundan sonra yetmezlikler çıkacak, diyaliz gereken hastalar olacak. O sahra hastanesinde o diyaliz makineleri de olabilir. Ama böyle bir kamu çalışmasını şu an için görmüyorum.
G.E.: Türkiye'nin her tarafında örgütlü olan koskocaman bir teşkilat var: Türk Tabipleri Birliği. Konularında son derece etkin, bölgeye hemen intikal etme kabiliyetine sahip. Bütün patlamalarda, depremlerde, sel felaketlerinde inanılmaz işler yaptılar. Fakat onları bile engelleyen bir mekanizma var.
T.K.: Şunu da eklemek lazım. Türk Tabipleri Birliği uzmanlık dernekleriyle eş güdüm halinde. Ben Türk Nöroşirürji Derneği’nin başkanlığını yaptım. Tabii birçok farklı branştan arkadaşım da var. Kolayca bu uzmanlık dernekleriyle de koordine olup, hızlı bir şekilde bir organizasyona gidilebilir. Ben de o temsilciler niye Sağlık Bakanlığı'nın organizasyon aşamasında yok şu anda. Anlamak zor.
G.E.: Hocam, çok teşekkür ediyoruz tekrar.
T.K.: Ben teşekkür ederim. Burada kalırsam tekrar iletişimde oluruz. Hoşça kalın.